10 Haziran 2010

Taraftarlık Algısı

Sezonu Bursaspor’un şampiyon olarak kapatmasıyla taraftarlık algım hakkında bir şeyin ayırdına varmış oldum. Bir Galatasaraylı olarak Bursaspor’un şampiyonluğundan ziyade Fenerbahçe’nin kaybetmiş olmasına seviniyordum. Bu taraftarlığın doğasında var galiba. Bu sene Fenerbahçe’nin hem kupayı hem ligi çok trajik bir şekide kaybetmesi, Fenerbahçe hariç tüm takımların taraftarlarını memnun etti. Taraftarlık bu yani... Benim takımım başarısız oldduktan sonra diğerlerinin ne yaptığı beni ilgilendirmez diyemiyorsunuz. Rekabetin doğasında var, haset ve kıskançlık duyguları sizi çepeçevre kuşatıyor. Böyle duygular hissetmediğini söyleyebilecek bir taraftar olduğunu düşünmüyorum. Fenerbahçe’nin trajik son anons faciasından sonra internette oradan oraya dolaşan “futbol geyiği” espriler bunu gösteriyor. Bir nevi düşmanlık duygusu var ve düşmanın ‘düşünce’ mutlu oluyorsun. Bu her taraftarda var. Galatasaray’ın 4 yıllık şampiyon olduğu dönemlerde de FB ile dalga geçen böyle yazılar dolaşırdı. Bu, Fenerbahçelilerin hala 8 yıl önceki 6-0’ı her fırsatta kullanmaları gibi, aynı his dünyasının ürünü. Sadece bize has bir durumdan bahsetmiyoruz tabii ki. Benzer şeyler bu sezon Roma ve Lazio taraftarları arasında da yaşandı İtalya‘da.

Olayın bir başka boyutu da var. Çocukluğumdan beri takip ettiğim pekçok spor dalında baskın bir şekilde hegemonya kuran takım ve sporculara karşı hep soğukluk hissettim. Bu yüzden Manchester United, Real Madrid, Juventus, Lyon, Bayern Münih, LA Lakers, Efes Pilsen gibi takımları hiç sevemedim. Çünkü ben çocukken hep bu takımlar şampiyon olurdu, hala da öyle sayılır. Barcelona, Chelsea, Arsenal, Inter ve Ülker (Fenerle birleşene kadar) benim takımlarımdır.

Formula 1’i ilk izlemeye başladığımda Mika Hakkinen sürekli kazanan isimdi, ve ben Schumacher taraftarı olmuştum. Sonraki yıllarda Schumi abartınca Montoya-Alonso taraftarı oluverdim. Ferrari ya da McLaren’i değil Williams’ı tutar oldum.Şu anda teniste de Rafael Nadal ve Federer’i pek sevmem. Onlara karşı tuttuğum bir tenisçi yok zira eskisi gibi takip etmiyorum ama onların sürekli kazanmasına dayanamıyorum.

Futbolda milli takımlar zaviyesinden bakacak olursak Almanya, Brezilya ve Fransa sevmediğim takımların başında gelir.Onların yerine hep Arjantin-Hollanda-İspanya üçlüsünü tutarım.

Taraftarlık böyle birşey işte. İnsan bir spor müsabakası izleyince illa iki taraftan biriyle bir şekilde gönül bağı kuruyor. Bana hep mazlumlar yakın geliyor.

Bir de kıskançlıktan dolayı sevmediğim takımlar vardır. Mesela Portekiz, Yunanistan, Danimarka, Ukrayna ve Romanya gibi ülkeler küçük ülkelerdir benim gözümde ve Türkiye’nin sporda bunların gerisinde kalmasına hasta olurum.Bu küçüklük nüfusları açısından bir nicelik olsa da bilinçaltımda “hadi koa koca ülkelerle boy ölçüşemiyoruz da bunlara da mı geçiliyoruz yani” şeklinde bir düşünce saklanır hep.

90’ların sonunda aynı seviyelerde olan G.Saray ve Porto’nun sonraki serencamına bakınca Porto’ya hasetlik derecede kıskançlık duymamı yadırgamazsınız elbette. Ya da öyle veya böyle 2004’ü kazanan Yunanistan’ı , “Vay be komşu başardı!” deyip bağrımıza basamazdık herhalde. İsrail ve Yunan takımlarının Final Four’u süpürmelerine eyvallah diyemiyor insan kolayca. Bunun ırkçılık veya kibirle belli bağları olabilir ama öncelikli his vatan sevgisidir. Rakibi alkışlamak o kadar kolay değildir. İnsanın bütün duygularını ayaklarının altına alması gerekir. Robot değiliz sonuçta.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder