26 Ekim 2010

Okudukça: Seyyid Kutup

Okuma serüvenimizin son durağı Fatmanur Altın’ın yazdığı Seyyid Kutup isimli kitap oldu. İlke Yayıncılığın Çağa İz bırakan Müslüman Önderler serisinden yayınlanan kitap, geçtiğimiz yüzyılda Mısır’da yaşamış ve Mısır Müslümanlığı’nın en önemli şahsiyetlerinden biri olan Seyyid Kutup’un hayat hikâyesini anlatıyor.
Kitabı okuma sebebim Mısır’da Müslüman Kardeşler Cemiyeti (İhvan-ı Müslimîn Hareketi)’nin en önemli isimlerinden biri olan bu şahsı tanımaktı. 20. yüzyılda değişik coğrafyalarda geniş insan topluluklarını etkilemiş olan Mevdûdi, Abduh, Hasan el-Benna, Seyyid Kutup, Muhammed İkbal, Ali Şeriati, Cemalettin Afgani gibi zatları hemen hemen hiç tanımıyordum. Zira radikal İslam yaftası yapıştırılmış bu kişiler medyamızda birer öcü gibi gösteriliyordu ve ben de bu önyargılarla büyüdüm. Hala mesafeliyim pek çoğuna. Bu kitap elime geçince okuyup bari Kutup hakkında bir fikir edineyim dedim. Zaten kitap 112 sayfalık ince bir çalışma.
Bediüzzaman ve eserlerinin hayatımı ışıklandırdığı günden itibaren dinî hareketlerin siyasetten uzak durması gerektiği şeklindeki hala korumakta olduğum görüş gereği, Seyyid Kutup ile onun gibi önderlerin oluşturduğu dini hareketlerin İslâm’ı anlatma adına siyasi faaliyetlerde bulunmaları sebebiyle bu tarz hareketlere karşı hep mesafeli kaldım. Ama “Kişi bilmediğine düşmandır.” düsturundan hareketle bu kişilere hep ön yargılı davrandığımı düşündüm. Bu kitabı okuma sebebim Seyyid Kutup’u tanıyıp bilmek ve ona göre görüşlerini paylaşıp paylaşmamaya karar vererek kendisini değerlendirmekti.
Kitabı okumak bana aynı zamanda 20. Yüzyıl Mısır tarihi hakkında da geniş fikirler verdi. Cemal Abdunnasır’ı tanımış oldum. Pek çok Arap ülkesindekine benzer bir süreç yaşayan Mısır’ın aslında bizim ülkemize de ne kadar benzediğine hayret ettim. 31. Sayfadan alıntıladığım aşağıdaki ifadeler çok tanıdık geldi:
“Meclis’teki hâkim görüş; fakir ailelerin çocuklarının eğitilmesinin toplum için büyük bir tehlike arz ettiği yönündeydi. Bu görüşe göre; ‘eğitilen fakir çocuklar sisteme başkaldırma eğilimi içerisinde olan işsizlerin oranını artıracak ve köylülerin kırsal kesimin dışına çıkma çabalarını yönlendirecekti.’ Seyyid Kutup böylesi bir görüşün devlet adamları tarafından dile getirilmesine bir türlü anlam verememişti ve devletine olan inancı bu olay neticesinde yara almıştı.”
Bizim ülkemizde de aynısı olmamış mıydı? Köy Enstitüleri projesi halkı kırsal kesimlerde tutmak ve böylece daha rahat kontrol etmek için değil miydi? Halk 50li yıllardan sonra kentlere göç etti ve o günden bu yana yönetimde söz sahibi olmayı başardı. Sistemin savunucusu ve koruyucusu (kimden koruduğu da malum)olan CHP’yi hiç iktidara getirmedi. Neyse biz kitaba dönelim. 40lı yılların ortasına kadar Batı merkezli bir düşünce sistemi geliştiren Kutup, dönemin siyasi atmosferinin de etkisiyle o tarihlerden itibaren İslami bir kimliğe bürünür yavaş yavaş. Bir noktadan sonra da yıllardır hayranlıkla baktığı Batı’nın gerçek yüzünü görecek ve bizdeki Necip Fazıl’ın dönüşümüne benzer bir dönüşle bambaşka bir insan olacaktır.
“Dönemin pek çok Mısırlı aydını için İsrail devleti, kendilerinin bir parçası olmak istedikleri Batı medeniyetinin, onlara karşı hiç de adil olmadığının ve olmayacağının kanıtıydı. Bu noktada Seyyid Kutup derin bir hayal kırıklığı ile karşı karşıya kaldı ve Batı medeniyetine yönelik hayranlık yerini kızgınlığa bıraktı.”(sayfa 30)
Bu sıralarda bir devlet okulunda öğretmenlik yapan Kutup artık yavaş yavaş sistemin gözüne de batmaya başlayacaktı. Çeşitli menfezlerde yazdığı yazılar hükümeti rahatsız edecek ve onu göz önünden uzaklaştırmak için bir vazifeyle 3 yılığına ABD’ye göndereceklerdi.
Amerika’da geçen yıllar Kutup’un Batı medeniyetinin iç yüzünü, dünyanın değişik yerlerindeki Müslümanların halini daha iyi kavramasını sağladı. Ona göre Amerika seküler, materyalist, bireyci ve kapitalist Batı medeniyetinin çağdaş yüzü ve zirve noktasıydı.(41) O Amerika’yı hala ırkçılık gibi bir duyguyu yoğun bir şekilde yaşayan, pek çok ahlaki değerin aşınıp yozlaştığı, yararcılık ve tüketim kültürünün hayatın tek geçerli akçesi sayıldığı ilkel bir topluluk olarak tanımlıyordu. Bunun tarihi arka planında Amerika’yı kuran Avrupa göçmenlerinin büyük kısmının kanun kaçakları, maceraperestler ve define avcıları olmasını görüyordu. Bugünkü Amerikalılar da dedeleri gibi ya maddeci birer maceraperest ya da şaşkın birer eşkıya veyahut her ikisini de taşıyan birer fertti.(40)
Amerika dönüşü Müslüman Kardeşler Hareketi’ne katıldı. Rejime muhalif olan bu hareket halkı bilinçlendirmeye çalışıyordu. Bu sebeple krala karşı yapılan darbeye destek verdi. Ancak darbeci yönetim ve özellikle sonradan devlet başkanı olacak olan Cemal Abdunnasır ile grubun arası açıldı ve hareketin temsilcileri hapse atıldı. Suçlama devlete karşı komplo kuran gizli bir örgüte üye olmaktı.
Hapisteki inanılmaz boyutlara varan işkencelerden Seyyid Kutup da nasiplendi. Ancak hapishane yılları İslam tarihi boyunca pek çok âlime nasip olan ve Risale-i Nurlar’da Hz. Yusuf’un hapisteki yıllarından ilhamla Medrese-yi Yusufiye diye tabir edilen bir şekilde ilmi faaliyetlerle geçti ve Kutup için düşünce dünyasının en olgun yılları oldu. Bu süreçte kendisinin en önemli çalışmaları olarak gösterilen Fi Zilali’l Kur’an ve Yoldaki İşaretler isimli eserlerini yazdı. Mahkûmiyet yılları 15 yıl sürdü ve bir kısmı gördüğü işkencelerden dolayı hastanelerde geçti.
Hapsinin 10. yılında tahliye edildi. Nasır’ın Seyyid Kutup’u dışarıda bir şekilde öldürtmek için cezasının dolmasına 5 yıl kala özel afla bıraktığı iddia edilse de kısa bir süre tekrar tutuklanacaktı:
“Kutup, serbest kalışından sekiz ay sonra kardeşi Muhammed, kız kardeşleri Hamide, Emine ve yirmi binin üzerinde Kardeşler mensubu ile birlikte tekrar tutuklandı. Suçlama bu kez silahlı bir ayaklanma ve terör hazırlığı içinde olmak şeklindeydi. (…)Bu konuda hükümet vehimleri o kadar ileriye gitmişti ki; Kardeşlere yöneltilen suçlamalar arasında ‘Onların Nil suları ile Kahire’yi su baskını altında tutmayı planladıkları’ şeklinde bir iddia bile yer aldı.” (67)
Bu bana 27 Mayıs darbesi öncesi, darbeye zemin oluşturmak adına medyada yer alan Demokrat Parti’nin üniversite gençlerini kıyma makinelerinden geçirip asfalt yolların altına gömmesi saçmalığını hatırlattı kitabı okurken. Olaylar her yerde aynı yani. Zalim oyunu kuralına göre oynuyor, yalan olduğu herkesçe bilinmesine rağmen bahane uyduruluyor ve zulüm gerçekleştiriliyor. 28 Şubat’taki Aczmendiler, kardeş katlini önlemek için yönetime el koymalar..halkına demokrasiyi getirmek için başka bir ülkeyi işgal etmeler…
Neyse, kitaba dönelim. Seyyid Kutup Cemal Abdunnasır yönetimi tarafından 1967 yılında idam edildi. Bundan sonra Kutup eserleriyle kalabalıkları etkilemeye devam edecekti. Bugün de başta Mısır olmak üzere hala popüler bir manevi önder olarak görülüyor.
Seyyid Kutup’un hayatını okurken Bediüzzaman Said Nursi ve onun yolunu takip eden Fethullah gülen Hocaefendi’nin eserlerinde pek çok paralellikler olduğunu gördüm. Bunlardan ilki Seyyid Kutup’un akide önceliği dediği kavram. Yani öncelikle gönüllerdeki iman ateşinin yanması. Üstad Hazretleri de ömrünün tamamına yakınında hep bundan bahsetti. İman ve Küfür Muvazeneleri olarak özetleyebileceğimiz Risalelerde hep ilk anlatılan ve her ayrı parçada da bir şekilde temas edilen iman bahsiydi. İnancın Gölgesinde yazarı da onu takip etti ve iman ve ibadet meselelerini hep dinin açık ara önde yüzdeleri olarak gördü. Diğer pek çok şey aslında teferruattı. Oysa onlar bunları söylerken son yüzyılın İslamcı-politik hareketlerinin fertleri siyasi meselelerle uğraşmaktan ibadetlerini terk ediyorlar, kendilerini Allah’ın yerine koyarak Allah’ın kullarını küfürde görüyorlardı. Bunu yaparken kendi yaptıkları nice seyyiatı görmek bir yana eylem ve söylemleriyle insanları birbirine düşürüyorlardı. Ancak dinsizlik dururken İslam fertlerinin birbiriyle uğraşması da niyeydi? Cahiliye Arapları bile düşman kabilelere karşı kendi içlerindeki husumetleri askıya alırken 20. Yüzyılın Müslümanları niye birbiriyle uğraşıyordu? Yaratılışın temel gayesi iman değil miydi? Hatta dinsiliğe karşı semavi dinlerin bile ittifak yapması zaruri olmamış mıydı?
Kutup’un hiç eserini okumadığımı söylemiştim ancak bu kitapta temel görüşlerinin tanıtıldığı kadarıyla akide önceliğinden başka daha pek çok benzerliğin olduğunu rahatça görebiliyoruz. Bu benzerlik bence bu zatların birbirlerinden etkilenmesinden daha ziyade aklın yolunun bir oluşundan kaynaklanıyor. Kitapta Kutup’un en çok Mevdûdi’den etkilendiği anlatılıyor. Fethullah Gülen’in de en çok Bediüzzaman’dan etkilendiğini biliyoruz. Her biri çok okuyan bu zatların birbirinden etkilenmiş olmaları da mümkündür ancak bunun olup olmadığını çok bilemiyoruz. Zira ne Bediüzzaman ne de Gülen’in kitaplarında kutup hakkında değerlendirme ya da ondan bir bahis göremedim. (Tabii benim zayıf idrakimi de göz önünde bulundurmak gerektiğini de unutmamak lazım.) Ancak Gülen’in Ölçü veya Yoldaki Işıklar isimli kitabının isimlendirmesinde Kutup’tan etkilenmiş olabileceği düşünülebilir.
Yukarıdaki aklın yolu birdir yorumum başka örneklerle de anlatılabilir. Seyyid Kutup’un çok kullandığı yine bir başka kavram daha var ki Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Altın Nesil”, Nurettin Topçu’nun “Yarınki Türkiye’yi kuracak, yaşatma sevdasıyla yaşayan nesil”, Mehmet Akif’in “Asım’ın Nesli” , Bediüzzaman’ın “Ben kışta geldim. Sizler cennetâsâ bir baharda geleceksiniz” , Necip Fazıl’ın “Bir Gençlik, bir Gençlik-O Erler ” gibi tabir ve ifadelerle tasvir ettikleri, anlattıkları, geleceğin fikir dünyasını sırtlayacağı beklenen ve ümit edilen genç nesillere yönelik ümit ve beklentilerini yansıtıyor.
“Kutup, öncü topluluk tabirini gelmesini sabırsızlıkla beklediği seçkin bir Müslüman topluluğa atfen kullanır. Kutup’un idealize ettiği bu topluluk, ‘İslami diriliş hareketini başlatmaya bütün benliğiyle karar vermiş ve bu yola baş koymuş, yeryüzünün tümünde bu zorbalığı bütün şiddeti ile uygulayan cahiliye egemenliğine son vermeye kararlı, yeryüzünü kuşatan bu cahiliyeden uzak durmaya çalışırken öte taraftan belirli bir şekilde onunla ilişkide olmayı savsaklamayacak bir topluluktur.”
Fatmanur Altun’un yazdığı Seyyid Kutup biyografisi hakkındaki değerlendirmelerim bu kadar. Oldukça faydalı ve verimli bir okuma olduğu kanaatindeyim.Tabii ki bu okuma ile Kutup'u yüzeysel olarak tanımış oldum. Necip Fazıl ve Ahmet Davutoğlu gibi zatların pekçok ağır eleştirilerde bulunduğunu da hatırlatalım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder