7 Eylül 2010

Merkezi Ezan Sistemi ve Kaybolan Değerlerimiz

Merkezi ezan sisteminden herkes şikâyetçi, ben de. Nerde o eski ezanlar diyesi geliyor insanın. Yıllar sonra ilk kez İstanbul dışında bu kadar uzun kalıyorum ve daha öncesine göre bu sistem beni daha çok rahatsız etti. Şimdi Kütahya’nın bütün köylerinde aynı ezan okunuyor. Hoparlör sisteminin sesi sonuna kadar açık. Önce telsiz sesine benzer birkaç bip sesi duyuyorsunuz, böylece ezanın 3 saniye sonra başlayacağını anlıyorsunuz. Sonra hep aynı imam efendiden aynı ezanı dinliyorsunuz.

Küçükken yazlarımı köyde geçirirdim. Köyün hocasının sesi maalesef oldukça kötüydü. Bütün köylü şikâyetçiydi. Hatta imam sırf bu yüzden bazen ezanı bir arkadaşıma okuturdu. Bense hep yan köyün ezanını beklerdim. Çünkü orada sesi çok güzel yaşlı bir imam vardı. Kendine has bir üslubu vardı. Evde sanki şarkı söyler gibi onun tarzında ezan okumaya çalışırdım.

İlk bizim hoca başlardı, kendine has ve beğenilmeyen sesiyle. Sonra çevre köyler sırasıyla katılırlardı bizim hocaya. Köye 4 ayrı köyden 5 farklı ezan sesi gelirdi. Ama hepsini de ayırt edebilirdiniz. Mesela birisi hep geç kalırdı, hatta Ramazanlarda bile. Belki de emin olmak gibi bir hassasiyeti vardı, herkesi bekleyip öyle başlıyordu. Ama bazen 10-15 dakika geç kalıyordu. Tarladan, bahçeden yetişemedi herhalde derdik.

Benzeri çok sesli ezan korosu Kütahya merkezi için de geçerliydi. Çok güzel okuyanı, çirkin okuyanı, makam bileni, bilmeyeni, hızlı okuyanı, yavaş okuyanı peş peşe çınlatırdı Kütahya Ovasını.

Bugün Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul hariç tüm Türkiye’de merkezi ezan sistemini kullanıyor bildiğim kadarıyla. Eskiden makamsız veya çirkin sesle ezan duyduğumda ben de merkezi ezan olsa derdim ama şimdi eski sistemin daha iyi olduğunu anlıyorum. Başlayalı ne kadar oldu bilmiyorum ama başladığından beri Kütahya’da hiç farklı ses duymadım. Sürekli burada kalanlar ne yapıyor bilmiyorum ama ben bu sesten bıktım. Müezzin güzel okuyor ezanı, hakkına girmeyelim, ama hep aynı ses olması insanı bıktırıyor. Sanki canlı değil de banttan okuyor, bir dakika yoksa gerçekten?? İnşallah öyle değildir. Öyleyse gerçekten çok üzücü. Mesele böyle banttan okumanın fıkhî olarak doğruluğu yanlışlığı değil, mesele ezan kültürümüzün kayboluyor oluşu.

Diyanet Teşkilâtı’nın gerekçesi belli, sesi güzel olmayan veya makam bilmeyen müezzinlerin ezan okurken ezanı katlediyor olmaları. Diyanet İşleri Başkanlığına niye aynı zatların kamet ve (şu an Ramazanda) salâvatları katletmesine, teravih namazını paldır küldür kıldırmalarına müsaade ettiğini sormak lazım. Alırken nasıl aldınızı geçiyoruz, hemen hepsi de muhterem insanlardır ama bari Ramazan için olsun müezzin ve imamlara ses ve makam eğitimi verilemez mi? Her Ramazan (bu kısmı İstanbul için de geçerli) teravihten çıktıktan sonra acaba bu namaz olmuş mudur dediğimiz namazlar üçte bir oranına yaklaşmaya başladı. Mesele jet imamlık değil, onları Allah’a havale ediyoruz, ama bazı hocalar hızlı okumak isterken mahreçleri çıkaramıyorlar. Müezzinlerin aralarda yanlış makamda ve cemaatten kopuk okudukları, daha doğrusu katlettikleri salâvatlardan bahsetmiyoruz bile. Hele ilahi diye namaz arasında yeşil pop dinlemek işkencesi cabası. Çocukluğunda namaz kılmaya başlamasına Kütahya’nın bir kenar mahallesindeki muhteşem sesli müezzinlerin okuduğu salâvatlar ve kıldırdıkları teravihlerin vesile olduğu birisi olarak bu duruma acilen bir çözüm bulunması gerektiğini düşünüyorum, zira Ramazan vesilesiyle gönlü namaza ısınan, camiye yaklaşan insanları, camiden soğutmak bir cinayet değildir de ya nedir Allah aşkına? Sadece selâtin camileri, Ulu camiler yetmiyor, insan camiye gidince farklı âlemlere gitmek istiyor, ama selam verdikten sonra sevinerek okumaya başladığınız salâvatı müezzin çirkin bir şekilde okuyunca, of diyorsunuz. Şeytanı, nefsi zar zor atlatmaya çalıştım, tam konsantre oldum gibi, ama o ses-makam her şeyi bozdu yine.

Merkezi ezan sisteminden nerelere geldik. Ama maalesef böyle. Eski estetik değerlerimiz kalmadı. Osmanlı bir medeniyetti, kültürünün her ince ayrıntısı bugün bize hayranlık veriyor. En küçük camiler bile özene bezene yapılmış, sanat değeri taşıyor. Bugün her mahallede bir merkez camii var İstanbul’da, hepsi de birbirine benziyor, aynı. Kimi suçlamak gerekir, bilmiyoruz. Hepimiz suçluyuz. Eskiden mal sahipleri, paşalar, padişahlar yaptırırmış, şimdi halk kendisi namaz sonrası yardımlarıyla ittire kaktıra yapıyor. Ne yapsınlar? T.C., Osmanlı gibi bir medeniyet kuramadı daha. Bu belki birkaç yüzyıl alacak. Ama bari eski medeniyet kalıntılarımızı da yok etmesek. Bizdeki gibi bir Tekbir, bizdeki gibi bir Salâvat hangi İslam ülkesinde bestelenmiş? Değerlerimiz kayboluyor.

Bugün mesela her merkez camiine en az iki minare yapılıyor, iki şerefeli, üç şerefeli. Bu minareler ne işe yarıyor? İmamlar yılda kaç kez çıkıyorlardır acaba? 3-4 yaşlarında bir çocuğunuz size sorsa, baba minare ne işe yarar, diye, ne cevap verirsiniz? Herhalde kem-küm eder, ya da “Oğlum eskiden…” diye başlayan bir cümleye başlarsınız. Artık maalesef kandillerde ve Ramazanda iki minare arasına mahya asmak için varlar pratikte. Minareler işe yaramıyor, yıkalım, değildir bu söylediklerim; minarelere, ezana, salâvata, kamete kısacası Türk-İslam Medeniyeti denilince akla gelen bize ait medeniyet değerlerimize sahip çıkalım diyorum.

Peki, ne yapmalı? Yapacak iş çok… Diyanet İşleri ses ve makam eğitimi versin, yeni imamları buna göre alsın. Hocalarımız kıraatlerini başkalarına dinletsin, eksiklerini gidersin. Müezzin yokluğunda mikrofonu eline kapan yaşlı amcalarımız sesi güzel değilse salâvata hurra girip ortalığı karıştırmasın. Müezzinler camide yeşil pop ilahi okumasın. Diyanet, camileri toplumla iç içe yapmaya çalıştığı gerçekten güzel çalışmalarına (Kur’an ziyafeti, hac hakkında bilgilendirme, vaaz, konferans) minareler hakkında da bir şeyler eklesin. Camilerin altı düğün salonu, çayevi, market deposu, toptancı dükkânı yapılmasına izin vermesin. Yüce Yaratan da eline klavyeyi geçirip işkembe-yi kübradan herkese savuran benim gibileri affetsin. Çok yüksek miktardaki gerçekten kendini yetiştirmiş, ihlâslı, samimi ilahiyatçılarımıza, hocalarımıza, kanaat önderlerimize bu yöne de eğilmelerini, bu alanda da çalışmalar yapmalarını nasip etsin. Âmin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder