13 Kasım 2010

Sinema: New York’ta Beş Minare

90lı yıllarda başladığı müzik kariyeriyle tanıdığımız pop-arabesk sanatçısı Mahsun Kırmızıgül, son 4 yılda yaptığı üç filmle herkesi şaşırtmaya devam ediyor. Önce burun kıvrıldı, alay edildi. Sonra şaşırıldı, kıskanıldı ve görmezden gelindi. Kolay değildi; Kırmızıgül, bol mankenli düşük kalite pop-arabesk kliplerden, 15 milyon dolar bütçeli filmlere geçmişti. Benim de ilgilenmediğim ve haz etmediğim bir insan olmasına rağmen, yaptığı filmleri gördükçe kendisine sempati besler oldum. Beyaz Melek ve Güneşi Gördüm’den sonra geçen Cuma New York’ta Beş Minare gösterime girdi. Beyaz Melek’i biraz beğenmiş, Güneşi Gördüm’de ise beklentilerime cevap bulamamıştım. Ancak son filmini eleştirilecek pek çok noktasına rağmen oldukça beğenmiş bulunuyorum.

Mahsun’un üçüncü filminde geldiği yer, kaydettiği gelişme bariz. Türkiye’de kimsenin hayal edemediği filmler çekiyor. 15 milyon dolarlık, Türkiye için rekor bir bütçeyle yola çıkmış ve rekor kopyayla gösterime sokmuş filmi Kırmızıgül. New York’ta Beş Minare aksiyon sahneleri, müzikleri ve oyuncu kadrosuyla sinemamızda şu ana kadar olmadığımız noktalara ulaşmış bulunuyor.

Filmi genel hatlarıyla beğendiğimi söylemiştim ancak eleştirilecek çok nokta da var. Eleştirileri sıralamadan önce Mahsun’u cesareti, doğru bildiğinden şaşmaması ve kendini geliştirmesi gibi değişik yönlerinden dolayı kutlamak gerekiyor. ‘Beyaz Türkler’e muhtemelen kendini hiçbir zaman beğendiremeyecek olan Kırmızıgül, sinemamızda adeta tabu olan din konusuna samimi bir şekilde giriyor. Kendisinin ayrılıkçı bir yönetmen olmasını bekleyen, devlete ve sisteme isyan eden yeni bir Yılmaz Güney olmasını bekleyenlere inat üç filmdir bu ülkenin yozlaşan değerlerini cesaretle ele alıp, birlik ve beraberliği güçlendirmeye yönelik mesajlar veriyor.1   Filmlerindeki benim gibi amatör sinema sevenlerin bile kolayca ayırt edebildiği acemiliklere rağmen, yukarıda bahsettiğimiz dinamikleri savunması ve bu yöndeki samimi niyeti ile takdir edilmeyi sonuna kadar hak ediyor.

Filmin oyuncu kadrosu oldukça önemli insanlardan oluşuyor. Türk sinemasının en başarılı oyuncularından Haluk Bilginer, Face/Off’tan tanıdığımız Gina Gershon; Terminatör 2’de canlandırdığı yok edici robot tiplemesiyle hafızalara kazınan Robert Patrick; son olarak da Testere ve Cehennem Silahı serisi gibi başarılı rollere imza koyan Danny Glover. Bu dört oyuncu filmde oldukça başarılılar. Özellikle Hacı Gümüş karakterini oynayan Haluk Bilginer muazzam bir performans sergiliyor. Doğulu şivesiyle ‘Ben katil değilim, oğlum’ deyişi uzun yıllar hafızalara kazınacak gibi. Filmi tek başına alıyor ve götürüyor. Öte yandan yönetmenliğinde sürekli aşama kaydeden Mahsun maalesef oyunculukta çok başarılı değil, filmde oldukça sırıtıyor. Yine Mustafa Sandal önemli bir karakteri sıradanlaştırıyor. Bu iki kişi yerine keşke asıl mesleği oyunculuk olan birileri olsaydı. O zaman film çok daha etkileyici olabilirdi.

Film şu ana kadar İslamofobiye karşı yapılan en etkileyici film.(Zaten böyle kaç film var ki?) Bu yönüyle pek çok önyargıyı azaltabilir. Filmin Amerika ve Avrupa’da da gösterilecek olması bu açıdan oldukça önemli. Hacı Gümüş’ün Fethullah Gülen, Bediüzzaman ve Mevlana’dan yaptığı alıntılar, hapishanede Deccal’a verdiği manifesto gibi cevap, İslamofobi sahibi pek çok Batılıyı (filmdeki FBI ajanı gibi) yumuşatacaktır ümidindeyiz.

Eleştiriler

Filmin dikkat çeken zayıf noktalarından ilki, Güneşi Gördüm’e göre azalmış olsa da, yine çok fazla mesaj içeriyor olması galiba. İslamofobi, dinler arası diyalog, radikal İslam, ABD emperyalizmi, kan davası, önyargıları yıkmak ve cehalet gibi pek çok konu işleniyor filmde. Ama yine de İslam’ın bir barış dini olduğu daha ön planda. Diğer konular yan hikaye gibi duruyor daha çok.


İkinci olarak önemli mantık hataları var. Filmin başat karakteri olan Hacı Gümüş’ün etrafında pek çok çelişki oluşturulmuş. Bir kere kendisinin bir Hristiyanla evlenmesi fıkhi açıdan mümkün olsa bile, realitede oldukça zor. Herkesi kolayca etkileyen böyle bir zatla evli bir bayanın ondan etkilenip Müslüman olması beklenir. Hadi bu neyse ancak, karısının giyim tarzı, Hacı’nın onu başkalarının yanında öpmesi gerçeklikten oldukça uzak. Bu söylediklerimi bağnazlıkla değerlendirilmesini istemem. Ancak Hacı Gümüş gibi bir karakter, eşine karşı son derece nazik ve saygılı olsa da onu başkasının yanında öpmez. Bu adaba münafidir. Sanki burada Müslüman bir erkeğin ne kadar modern olduğu anlatılmak istenirken ölçü kaçırılmış. Böyle bir bayan hep Hıristiyan kalsa bile böyle ruhani bir kişiliğin yanında üstelik başkaları da varken mini etek giymeye hicap eder. Hacı’nın böyle bir kız yetiştirmesi de saçmadır. Çünkü dinen erkeklerin gayrimüslimle evlenmesi uygunken bayanlara bu noktada izin yoktur. Hele kızının damadı, üstelik babası da izlerken, dudağından öpmesi; hem kilisede hem de camide nikah yapılması gerçekliğe uymayan; tolerans, hoşgörü ve diyalog gibi kavramlarla tevil edilemeyecek kadar absürt olaylardır. Oldukça dindar bir Müslüman olan Marcus karakteri de bir hanımı yanağından öpemeyeceğini bilir. Hele ölen bir Müslümanın yavaş yavaş ölürken kelime-i şehadet getirmemesi anlaşılır gibi değil. Keşke bu noktalar senaryo yazımı veya film yapımı esnasında bir bilene sorulsaydı. İnanın Hacı’nın seccadeyi katlama stili bile namaz kılan her insana yapmacık gelir. Çünkü seccade öyle katlanmaz. Ayakların değdiği yer secde edilen kısma değdirilmeden katlanır. Bu çok ince bir ayrıntı belki ama böyle bir film çekiyorsanız ve filminizde böyle bir karakter varsa bunlar kesinlikle atlanılmamalıdır.

Filmin başlarında yer alan Ali Sürmeli’nin oynadığı hoca ve cemaati, silah ve Kuran üzerine yemin eden ülkücüler ve başka bazı karakterler daha sonra ortalıktan kayboluyorlar. Filmin sonuna kadar onlarla karşılaşmayı beklesem de bir daha görünmediler. Ayrıca hala böyle ülkücüler var mı? Bazı ulusalcılar var ama onlar hiç de Filistin’e yardım toplayacak kişiler gibi durmuyorlar.

Filmdeki Deccal karakteri de yeterince işlenmemiş. Radikal İslamı anlatırken ‘Deccal’ kod adlı bir terörist olarak ortaya çıkan karakter başlarda hiç yok. Filmin başlarındaki söylem insanı sanki gerçek Deccal üzerine yapılmış bir film izliyor izlenime sürüklüyor.

Film boyunca halim selim bir Müslüman karakter olan Marcus’un Harlemli dostlarının halleri, FBI’dan adam kaçırabilecek çapta oluşu derinlemesine anlatılamadığı için kafalarda soru işaretleri bırakıyor.

Aşağıda gördüğünüz afiş filmden çok önce yayınlanmıştı. Filmin adından da hareketle New York’ta Beş Minare isminin filmde nasıl geçeceğini bekledim durdum. Gökdelen görüntüleri eşliğinde bir sabah ezanı sahnesi var ama afişteki minare-gökdelen karşılaştırmasını filmde bulamadım. Herhalde filmin sonunun Bitlis’te geçmesinden hareketle bu isim verildi ama kendimi bir Amerikalının yerine koyduğumda filme bu adın verilmesinin oldukça muallâkta kaldığını düşünüyorum.

Konu

Film parça parça sahnelerle başlıyor. Önce bir bombalı cinayet görülüyor. Radikal İslamcı terörü çökertmek üzere değişik cemaatlere sızan polis en sonunda diğer cemaatlerin suçsuz olduğuna karar verip teröristlere baskında bulunuyor. Filmin en etkileyici aksiyon sahneleri de bu çatışma sahneleri. Polat Alemdar’a yaptıkları gibi teröristler bir bir ortaya çıkıp “Gel beni vur” demiyorlar. Polislere hayli zayiat verdirdikten sonra İstanbul’un ortasındaki roket atarlı çatışmada hepsi ölü ele geçiriliyor. Ve de domuz bağı bağlanmış iş adamları kurtarılıyor. Bu esnada açık olan TV’de Obama Mısır’da İslam Dünyasına mesajlar yolladığı konuşma var. Bu mesaj ve çatışma kısmı oldukça gerçekçi ve başarılı geldi bana.
Öte yandan radikal terörü destekleyen lider olduğu düşünülen “Hacı Gümüş” Amerika’da yakalanıyor. Bundan sonra iki Türk polis –Mustafa Sandal ve Mahsun Kırmızıgül- onu teslim almak için Amerika’ya gidiyor. Kod adı Deccal olan bir terörist bulmaya giden polisler Amerika’da hem bu şahsın hiç de bekledikleri gibi olmadığını görüyor hem de onlarla ilgilenen FBI ajanının şahsında İslamofobi ile tanışıyorlar. Filmin bundan sonrası ilginç sürprizler ve beklenmedik bir finalle noktalanıyor.

Filmin Güzellikleri

Bunca eleştiriden sonra filmin birçok güzel yönünden bahsetmemek haksızlık olur. Başta kullanılan, Hollywood filmlerinde de sık gördüğümüz parça parça sahnelerin sonradan birleştirilmesi fikri güzel olmuş. Sahneler bir camide zikir yapan aynı kıyafetleri giymiş aynı anda hareket eden, lerzeye gelmiş bir cemaat görüntülerinden bir polis okuluna geçiyor ve onların camideki insanlar gibi komutanlarının huzurunda tek bir insanmışçasına verilen komutları huşu içinde yapmalarını gösteriyor. Siz de etkileniyorsunuz.
New York ve İstanbul’u havadan gösteren görüntülere oldukça fazla yer verilmiş. Film insana İstanbul’un, boğazın bir kez daha ne kadar güzel olduğunun farkına vardırıyor. New York’a da övgülerle dolu sahneler var. Klasik Hollywood filmlerini aratmayan takip sahneleri ve kaçan suçluyu çatıda sıkıştırma klişesiyle de olsa New York’u havadan görüyorsunuz ve bundan da etkileniyorsunuz.
Filmin övgüye değer en güzel yanı başta da belirttiğimiz gibi Mahsun’un dine oldukça olumlu bir açıdan yaklaşması olmuş bence. Başlarda Ali Sürmeli sonrasında da Bilginer’in oynadığı karakterleri izlerken adeta mini bir vaaz dinliyorsunuz. Dine mesafeli kesimler bu açıdan filmi sıkıcı bulabilir. Ama ben bu filmde çocukluğumdan beri onlarca Hollywood filminde rastladığım ve hiçbir Türk filminde göremediğim kutsal kitaplardan alıntı yapan karakterlerin bu filmde bu kadar çok sayıda olmasından memnunum. Yıllarca pek çok filmde İncil’den pek çok ayeti dinledikten sonra burada Kur’an ayetlerini görmek insana nihayet dedirtiyor. Üstüne Mevlana ve Bediüzzaman gibi inanç dünyamızın dev şahıslarının müthiş sözlerini işitmek apayrı bir zevk. Haluk Bilginer’in bu kısımları hakikaten çok iyi kotardığını da belirtelim.

Hocaefendi?

Filmi izlerken pek çok yerde Fethullah Gülen Hocaefendi’ye de atıf var. Örneğin Ali Sürmeli mükemmel bir taklitle vaaz ediyor filmin başlarında. Bunun için bir ay bir yere kapanıp vaaz videolarını izleyip çalışmış.2
Müslüman terörist olamaz, terörist Müslüman kalamaz. Masum bir insanı öldüren kişi sonsuza dek cehennemde kalacaktır” gibi Hacı Gümüş’ten duyduğumuz ifadeleri Hocaefendi 11 Eylül’den hemen sonra gür bir sesle dillendirmişti. Kendisini katil olmakla suçlayan polise suçsuzluğuna inandırmak isterken Hacı Gümüş, Hocaefendi’nin bu sözlerini kullanıyordu.
Hacı Gümüş karakterinde gözlemlediğimiz bir başka Gülen benzerliği de memleket hasretinin yoğun bir şekilde işleniyor olması. “Niye daha önce dönmediniz?” sorusuna cevap olarak “Durgun suları bulundurmak istemedim.” bize yine Hocaefendi’yi hatırlatıyor.
Bununla birlikte Hacı Gümüş kesinlikle Fethullah Gülen’i anlatmıyor. Karakteri kurgularken yukarıda bahsettiğimiz yönler alınmış ama başka da bir benzerlik çıkmıyor, oldukça derin farklar var. Hacı Gümüş’ün evliliği, marketler zincirinin olması ve memlekete dönmeme sebebinin ülke gündemiyle ilgili olmayışı bu farklardan bazıları.

Hapishanede Deccalla Diyalog

Filmin şüphesiz en etkileyici ve en vurucu yeri Hacı Gümüş ile “Deccal” kod adlı teröristin hapishane hücresinde yaptıkları konuşma. Deccal ‘kâfirlere ölüm’ şeklinde cihadı özetleyip, üstüne bir de bu tarifi Peygamber Efendimize dayandırıyordu.  Yan hücreden söze giren Hacı Gümüş ise İslamiyet’in kanlı bir din olmadığını, Peygamberimizin 23 yıllık peygamberlik hayatında savaştığı sürenin iki ayı geçmediğini, bunların da savunma amaçlı olduğunu anlattı. Bu bölüm filmin en güzel yerlerinden biriydi. Keşke biraz daha uzun diyaloglar halinde anlatılaydı.
Öte yandan New York’ta sabah namazını basan FBI ajanı da günün sonunda “Duygularına hakim olamadığını ve haksızlık ettiğini” kabul ediyordu. Kendisine “İslam düşmanı şerefsiz.” diyen Mustafa Sandal ise onun bu ön yargılarını kırmasına seviniyor, kardeşinin 11 Eylül kurbanlarından olması dolayısıyla ona hak veriyordu.

Asrımızın Üç Hastalığı ve Son Söz

Filmde ilginç bir şekilde Bediüzzaman Hazretleri’nden de bir alıntı yapıldı. Üstadın 1911’de Hutbe-i Şamiye’de bahsettiği İslam Dünyasının üç hastalığı: zaruret ve cahillik. Filmin sonunu ilginç bir şekilde bunlardan bir tanesine bağlamış Mahsun.
Sonuçta bana göre oldukça güzel bir film olmuş. Uzun uzun yazdığım eleştirilere rağmen filmin iyi yanları çok fazla ve toplamda filmi iyi bir film yapıyor. Filmi izlerken iyi işçilik, yoğun emek hemen göze çarpıyor. Binleri bulan kişi çalışmış olmalı. Aksiyon sahneleri, efektler, belli oranda müzikler bize Mahsun Kırmızıgül Sineması’nın yükselişini haber veriyor. Bu cesareti ve iyi niyetiyle gelecekte yine önemli filmler yapacağına dair ümitlerimizi artırıyor. Yeter ki, eleştirilere kulak vermeye devam etsin,  cesaretini sürdürsün ve kendisi oynamasın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder