25 Kasım 2010

Okudukça: Kuşlar da Gitti


Yaşar Kemal’in Kuşlar da Gitti isimli ince romanı hakkında geçenlerde Selim İleri’nin eski bir yazısını okumuştum. O sevdiği kitaplardan bahsederken bu kitabın da ismini anmıştı. Beni meraklandırdı o yazı ve Kuşlar da Gitti’yi okunacaklar listeme koymuştum.
Oysa Yaşar Kemal okumayı bırakmıştım çoktan. Ortaokulda okuduğum Sarı Sıcak ve Hüyükteki Nar Ağacı ile gazete yazılarından oluşan bir kitabını, lisede ise Ağrı Dağı Efsanesi’ni okumuştum. O günden bu zamana Yaşar Kemal deyince hatırımda kalanlar yoğun derecede karamsarlık ve ümitsizlik olmuştur. Hele taşrayı ve Çukurova’yı anlattığı bölümler… Sıtma, fakir köylüler, cehalet… Köy edebiyatı efsanesinin krallarındandır kendisi. Yanlış mı hatırlıyorum bilmiyorum ama on sene öncesine kadar yazarın İnce Memed serisi bu efsanenin gözdesi olarak en çok revaç bulan kitaplardandı ama şimdi eski ilgi yok sanki. Gerçekçi anlatımın ve kendi yetişme şartlarının da getirdiği yoğun karamsarlık ve ümitsizlik eserlerine yansımış ve benim çocuk yaşımda ilgimi azaltmıştı. Bu yüzden İnce Memed’i okumaktan vazgeçtiğimi hatırlıyorum.
Yazar Adana’da doğmuş, büyümüş. 5 yaşında babası kan davasından öldürülmüş. Çocukluğu ve ilk gençliği tarlalarda ırgatlıkla ve taşrada çeşitli işlerde geçtikten sonra dergilere gönderdiği hikâyeler ve yazılar ile 1950lerde Cumhuriyet Gazetesi’nde yazarlık yapmaya giden yol açılmış kendisine.
Eserlerinin en önemli özelliği ağalık sistemine getirdiği eleştiri, ezilen köylülerin durumunu anlatması ve tabii ki Çukurova ile Adana’yı tanıtmasıdır. Kemal Karpat’ın tabiriyle yerel unsurların kalıcı özelliklerini çok iyi anlatarak tüm dünyaya mal edebilecek romanlar yazmaya bana göre en çok yaklaşan Türk yazarlarından birisidir. Zaten Orhan Pamuk’tan önce kendisinin Nobel alması bekleniyordu. Eserleri birçok dile çevrilmiş ve onlarca farklı ülkeden birçok ödül almıştır. Herhalde şu an ülkemiz menşeli olup da dünyaya açılabilen en başarılı yazardır Pamuk’tan sonra.
Yazarın maalesef bir de ideolojik yönü var. Roman sanatı açısından çok değerli bir usta olsa da Kuşlar Gitti’de de gözlemlediğim gibi bu ideolojik yanı eserlerine karşı hep mesafeli olmama neden olan bir başka engel oldu benim için. Eseri okurken yazarın aykırı görüşlerine takılmadan okumak gerekiyor ama o görüşler kitaba çok fazla yansıyınca insan illa ki soğuyor. Yazarın ideolojik yönü, aldığı cezalar vs. belli oralara girmiyorum velhasıl ama bu beni kendisini sevmekten alıkoyuyor. Yine de okuma listemde hala bir Yaşar Kemal kitabı var: Demirciler Çarşısı Cinayeti. Fırsat bulunca okuyacağım inşallah.

Kuşlar da Gitti

Kuşlar da Gitti ’ye gelince, esere yazarın yine şiirsel/destansı anlatımı damga vuruyor. Florya kırlarında kuş tutan ve bunları azatlık olarak satarak geçinen sokak çocuklarının öyküsü işleniyor. Bizans’tan beri sürdürülen bu İstanbul geleneğinde insanlar kafeslerden parayla kuş alıp onu özgürlüğüne kavuşturup sevap kazanıyor, çocuklar da geçimini sağlıyor. Yazar arka planda ustaca İstanbul’un bozulduğunu, insanların kalplerinde hiç merhametin kalmadığını işliyor. Çocuklar yüzlerce kuşu satamıyor ve en sonunda onları yemek durumunda kalıyorlar.
Kitapta yüzlerce kuşun özgürlüğünü çalıp onları daracık kafeslere tıka basa dolduran ve o kuşları satıp mahallenin arsız kızlarıyla yatmayı hayal eden çocuklar masum olarak kahramanlaştırılıyor. İki tane kötü karakter var. İkisi de kuşlara işkenceyi onaylamıyor. Yazarın onları nasıl nitelediğine dikkatinizi çekeyim. İlki bir çocuk, adı Turgut. Zengin bir aileden geliyor. Kitapta “tuzu kuru” olarak anılıyor ve birazcık da deli olarak resmedilmiş. İkincisi ise yaşlı bir “mü’min”. Nedense hep mü’min, mü’minler diye geçiyor kitapta, yaşlı bir adam denmiyor, Müslümanlığına vurgu yapılıyor. Ağzından tükürükler saçarak çocukları döven ve bu işin günah olduğunu söyleyen, kuşları zorla salıveren bir karakter bu mü’min. Yeşilçam’daki imam imajı yani. İki kötü karakter, biri tuzu kuru zengin; diğeri ağzı kuru mü’min. (Kazlıçeşme’de  yaşayan  ve çocuklara “vay dinsiz domuzlar” diye saldıran gecekondu sakinlerini söylemeyi unuttum.)Herhalde yazarın ideolojik yanı beni soğutuyor dememi anlıyorsunuz şimdi.
Böyle bir adet var mıydı bilmiyorum. 1978’de İstanbul hakikaten çökmenin eşiğine galmiş o betimlere göre. Şimdi daha iyi pekçok açıdan. Ve ben de “mü’min”gibi düşünüyorum. Yazık değil mi o yüzlerce kuşa?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder