22 Kasım 2010

Okudukça: Ana


Maksim Gorki’ nin unutulmaz klasiği Ana komünizmin ya da sosyalizmin doğuşunu destanlaştıran bir klasik. Bayram tatilimde okuduğum bu kitabı Gorki 1907’de yazmış.

Roman fabrikada çalışan Rus işçilerin berbat hayatı ile açılıyor. Zor şartlarda az maaşla çalıştırılan işçilerin neredeyse tamamı hayatın yorgunluğunu içip sarhoş olarak gideriyorlar. Sonrasında da evde bekleyen karılarını döverek... Pelageya, romanın başkahramanı, bir diğer ifadeyle “Ana” o dayak yiyen kadınlardan. Bir gün kocası ölüyor ve o da rahat bir nefes alıyor. Artık oğlu Pavel’i yetiştirmek yaşamdaki tek gayesi oluyor. Pavel de fabrikaya gidiyor. O da tatillerde içip eve gelip terör estiriyor.

Derken oğlan değişmeye başlıyor. Sürekli kitap okuyor. Evine misafirler gelip değişik tartışmalar yapmaya başlıyorlar… Zamanla Pavel ve arkadaşları ezilen halkların sözcüsü olacak ve yayınladıkları gazete ve broşürlerle halkı peşlerinden sürükleyecek hale geliyorlar. Fakir halkın ezilirken zenginlerin onların sırtından geçinmesine ve bu insanlara zulmetmesine baş kaldırıyorlar. Bu başkaldırı onlara şöhretin yanında hapisler ve sürgünler getiriyor. Ana da zamanla bu davanın yılmaz bir işçisi olarak buluyor kendini. Kitap bir annenin dönüşümü üzerinden sosyalizmi anlatıyor.

Maksim Gorki 1917’deki devrime destek olmuş, Marksist bir yazar. Ömrü romanda anlattığı fakirlikler içinde ve sürgünlerde geçmiş. Kitaptaki olaylar 1905 devriminin alt yapısını anlatıyor.

Burada komünizmi anlatacak ya da eleştirecek değilim. Başta böyle masumane ve haklı gerekçelerle yola çıkılan bu davanın dünya tarihine ne kadar bol acılar eklediğini geçen yüzyılda gördük. Lenin, Trocki, Stalin, Pol Pot, Mao gibi milyonları öldüren, öldüremediklerine kan kusturan zalim hükümdarlar bu davanın insanları arasından çıktı. SSCB 70 yılda çöktü. Bugünün sosyalizmde ısrar eden devletleri birkaç tane kaldı. Kuzey Kore, Küba, Myanmar… Bu ülkeler herkese eşitliği hakikaten getirdi. Herkes fakir. İnternetten açın bakın fotoğraflara en az 30 yıl gerideler. Küba’da cep telefonu geçen yıl sınırlı bir surette kullanıma girdi. Kuzey Kore’nin hali belli zaten. Güney Kore ile aralarındaki fark dağlar kadar oldu. Çin bile komünizmin içine bariz surette kapitalizm serpiştirerek yol almaya başlayabildi.

Zalimlere karşı ayaklanan yığınlar eşitlik istiyorlardı. Herkes eşit olacak; kimse daha zengin, daha güçlü, daha asil olmayacaktı. Ama kitapta 313. sayfada(Akvaryum Yayınları,2009) da itiraf edildiği gibi hikâye hep baştan başlıyordu. Bugün eşitlik, yarın yine birileri zengin, birileri yine yoksul. Zaten eşyanın tabiatına aykırıydı her şeyin herkesin eşit olması. Kimi zengin olacak, kimi de fakir. Zaten öyle de oldu Sovyetlerde. Bir süre sonra eskinin çarları yerini partiye bıraktı ve onlar da devrimlerinin kırbacını acımasızca tüm halkın üzerinde acımasızca şaklattı, hem de eşit olarak. Bir kaymak tabaka üste çıktı ve birileri yine ezilenlerden oldu.

Çarenin demokraside olduğunu artık tüm dünya gördü. Demokrasi yavaş da olsa belli bir kesimin sultasından çıkarıyor halkları. Halkı gerçekten kanunlar önünde eşit yapıyor. Jakoben tavırlara izin vermiyor. Ancak kapitalizm gerçeği varken demokrasi de zulmü durduramıyor. Yine ezilenler ve ezenler olmaya devam ediyor. Bugünün dünyasının en demokrat ülkeleri aynı zamanda dünyanın da en zenginleri. Ve aynı zamanda dünyadaki her zulmün, her haksızlığın, her ezilmişliğin, her fakirliğin başlıca sebepleri yine onlar. Afrika, Orta Doğu, Asya bu hale kapitalizm ve komünizmin darbeleriyle geldi.

Peki, nasıl olacak? Bu dünya zalimlerin zulüm ile abad olacakları bir yer mi? Hangi sistem buna karşı koyacak? Pavel ve arkadaşlarının ve onların bugünkü versiyonu olan Taksim’de bildiri dağıtmaya devam eden yoldaşlarının unuttukları, hesaba katmadıkları bir tek gerçek var: Allah korkusu. Din duygusu olmadığı sürece hep kötüler çıkacak her davada. Kitapta da olduğu gibi “benim davam uğruna her yol mübah” diyenler çıkacak. Ve o kötülerin kötülükleri, iyilerin yaptıklarını hep bastıracak. Meşhur örnektir, 20 ayda yapılabilen bir bina 20 dakikada yıkılabilir. Allah korkusu olmadığı sürece masum gerekçelerle yola çıkan Pavel ve arkadaşları yeni Stalinler üretmeye devam edecek, özgür ve de demokrat Amerikalıların yöneticileri, dünyanın her yerinde darbeler yapmaya devam edecek, zulme karşı ayaklanan İslam Dünyasında radikal İslamcılar üremeye devam edecek. Bu her cenahta böyledir ne yazık ki.

Ancak kalplerdeki Allah korkusu zulmü durdurabilir vesselam.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder