17 Ocak 2011

Okudukça: Dava


Ünlü yazar Franz Kafka’nın Dava isimli romanı bir banka çalışanına açılan bir dava üzerine şekillenmiş bir kitap. Kafka’nın kendine has karamsar ve ümitsiz üslubu bu esere de yansımış durumda. Kitabı okurken oldukça sıkıldım, zaman zaman bırakmayı düşündüm. Neyse ki ince bir kitaptı ve güç bela bitirdim.

Roman bir davadan bahsediyor dedik. Kahramanımız K. bir bankada çalışıyor. Bir gün aleyhinde bir dava açılıyor, görevliler sabah erkenden gelip kendisine bunu tebliğ ediyorlar. Davanın hangi konuda olduğu ise meçhul kalıyor. Kendisine söylenmiyor, hatta kitap bitiyor ama okuyucu da dava konusunu öğrenemiyor. Garip bir mahkeme sistemi var. Apartmanların üst katlarında tuhaf davranan, karamsar ve de hayattan bezmiş memurların çalıştığı mahkeme kalemleri; odasından hiç çıkmayan, müşterilerini kelime oyunları ve mahkeme görevlileriyle kurduğu kişisel temaslar vasıtasıyla temsil eden bir avukat; avukata kul-köle olan müşteriler, hiçbir davanın hiçbir zaman beratla sonuçlanmaması, davalının yargılamadan haberdar olmaması… İnsanın hayal dünyasını zorlayan pek çok saçmalık kitabın sonuna dek sürüyor. Ve en sonunda infaz gerçekleşiyor, ne bir tutuklama ne bir hapis, direk ölüm ve sonuna razı bir davalı K., dağ başında iki kibar memur tarafından öldürülüyor.

Kitabı okurken uzun uzun düşündüm, yazarın amacı ne ola ki diye. Daha önce de Dönüşüm isimli hikâyesini okumuştum. Orada da banka memuruydu galiba kahraman, aynı gerçek yaşamında Kafka’nın olduğu gibi. Hem Dönüşüm’de hem de Dava’da gerçekdışı olaylara yer veriyor. Bürokrasiye ve devlet sistemlerine yoğun bir eleştiri sunuyor şüphesiz. Zaten "Kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı." * şeklinde meşhur bir sözü var başka bir eserinde. Romanı yazdığı yıllara bakacak olursak, o yılların Avusturya-Macaristan’ı ve sonrasındaki otuz kırk yılın faşist Almanya’sının devlet yönetiminin, bürokrasisinin bireyi nasıl ezdiği bilinen bir gerçek. Ayrıca şu an biraz düzelmiş olsa da biz de “Bugün git yarın gel.” diyen asık yüzlü devlet dairelerinin, hatta devlet için kurşun yiyenin de sıkanın da şerefli sayıldığı bir devlet düzeninin olduğu bir tecrübeye sahibiz. Bizde de K. gibi çok kimse terk edilmiş bir harabede başına odun vurularak öldürüldü.

Kafka gizemli ve efsanevi bir kişilik. Genç yaşında öldüğünde bütün kitaplarının yakılmasını istemesi, ama vasiyetinin yerine getirilmemesiyle bugün onu tanıyor olmamız bu efsaneyi daha da büyütüyor. Yazar hakkında milyonlara varan yorum bulunabilir internette ve de yayın dünyasında. Kitap satış sitelerinin sayfalarında nice cafcaflı sözler mevcut: “Hayat aslında bizim davamız, ezilen bireyin iktidar karşısında mücadelesi, dışlanışı” vs.

Bence Kafka pek çok çağdaşı yazar gibi hayatın gerçek anlamını bulma çabası içinde derin buhranlar geçiriyordu. Zihninde “Nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusuna tatmin edici bir cevap olmayınca böyle ümitsiz, karamsar, itilmiş, dışlanmış bir birey olunması çok normal. Devletler tarih boyunca bireylere çok zulümler yaptılar, doğru, hâlâ yapıyorlar da. Sinan Çetin en son Kağıt isimli filminde bunu anlatıyor nitekim. Lakin öte yandan Kafka hayatın anlamını çözemeyen ve buhranlar içinde yüzüp kaybolan nice zirve beyinden biridir. Adam öyle bir anlatılıyor ki, sanki Kafka insanlığın sorunlarına çareler üretmiş ve kendi de mutlu bir hayat sürüp ölmüş. Ama öyle değil ki. Kafka yukarıdaki soruya cevap veremeyen biriydi. (Milyarlarca insanın o soruyu düşünmekten kaçtığı da ayrı bir bahis konusu) Çözülmesi gereken asıl soruya cevap veremediği için-belki de o soruya ulaşamadığı için- tali sorunlarla uğraştı. Bireyin, toplum-kanun-devlet-din gibi kafeslerin elinde tutsak olduğunu söyledi. Peki o kafesler de tek tek bireylerden oluşmuyor muydu? O tutsaklar nasıl bir araya gelip yeni kafesler oluşturup başkasını içine alıyordu?

Kafka’nın sadece iki eserini okudum. Felsefeden de anlamam. O yüzden bu bahsi daha fazla uzatmak istemiyorum. Ancak sadece Risalelerde bulabildiğim şu gerçeği biliyorum ki insan hiçbir şeyden korkmamak istiyor, kimseye kul olmak istemiyor ve gerçek özgürlüğü arıyorsa yalnız bir mercie kul olmalıdır. Yalnız Onun ismini almalı, Onu bilmeli, Ona itaat etmeli; böylece sair şeylerin esaretinden, şerrinden emin olsun. Sayılamayacak kadar çok korkusu, endişesi, düşmanlarının saldırısı ona bir şey yapamasın. Gerçek manada o tutsaklıklardan kendini azad edebilsin. O merci de hiç şüphesiz bizi yaratandan başkası değil.

Bediüzzaman Hazretleri eserlerinin pek çok yerinde bu hakikate işaret etmiştir. O yüzden ömrü hep kendini tutsak etmek isteyenlere karşı mücadele ile geçmiş, ama hiçbir zaman hiçbir kimse sesini kesememiş, onu durduramamıştır. Yalnız başına tüm dünyaya meydan okumuş ve de başarılı olmuş, bugün milyonları etkilemeye devam ediyor. O hapiste ve de sürgündeyken bu sayede Hür bir Adam olabilmiştir. Bu sayede “Ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam” diyebilmiştir.

Onu tanıyan ve itaat eden zindanda da olsa bahtiyardır. Onu unutan saraylarda da olsa zindandadır, bedbahttır. Hatta bir bahtiyar mazlum idam olunurken bedbaht zalimlere demiş: ‘Ben idam olmuyorum. Belki terhis ile saadete gidiyorum. Fakat ben de sizi idam-ı ebedî ile mahkum gördüğümden sizden intikamımı tam alıyorum.’**
Yazıya başlarken Kafka ile Üstadı karşılaştırmayı planlamıyordum. Ama böyle oldu. Dava bana bir dava adamını ilham etti. Üstelik o dava adamı K. gibi kaybolup gitmedi, pes etmedi ve davasını kazandı.



*  http://dipnotkitap.net/ROMAN/Kartal_Yuvasi.htm

**Tarihçe-i Hayat, Denizli Hayatı. Envar Neşriyat, İstanbul,2005. Sayfa 439.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder