14 Ocak 2011

Dindarlık ve Mutluluk

[Hubert] Dreyfus ve [Sean] Dorrance, bizde “karanlık çağ” diye habire kötülenen Ortaçağ’ın önemli bir artısını tespit ederek giriyor konuya. Diyorlar ki, o dönemde insanlar “Tanrı tarafından yaratılmış ve kaderi O’nun tarafından belirlenmiş varlıklar olarak hayatı tecrübe ediyordu.” Bu ise, hayata güçlü bir mânâ, tevekkül ve iyimserlik katıyordu.

Fakat modern çağla birlikte bu inanç zayıflamaya başladı. Tümüyle ortadan kalkmadıysa da, “herkesin benimsediği bir ön kabul olmaktan çıktı.”

Bu ise, bu iki felsefeciye göre, Batı toplumlarında “yaygın bir mutsuzluk” yarattı. Hayatın Allah tarafından belirlenmiş bir anlam ve amacının olmadığı fikri, bir “kararsızlık ve huzursuzluk” hali doğurdu.

Buna karşı Batılı toplumlar yeni mutluluk arayışlarına giriştiler. Evvelâ, daha önceden dinin sağladığı “mutlak hakikate bağlanma” duygusunu, mutlak doğruluk iddiasındaki totaliter ideolojilerde aradılar. Weimar Cumhuriyeti’nin süper-seküler kültüründen yükselen Nazizm, bunun en iyi örneğiydi. Haç gitmiş, yerine gamalı haç gelmişti.

Ancak böylesi “seküler din”ler, II. Dünya Savaşı sonrasında gözden düştü. Batılı seküler insan da, nihilizmden kaçışı daha spontane şeylerde bulmaya başladı: Spor müsabakaları veya rock konserleri gibi.

Dreyfus ve Dorrance, bu gibi yoğun heyecanların, bir “alıp götürme” etkisi yarattığını anlatıyor. Yani, bir stadyumda veya konser salonunda kendilerinden geçen bireyler, bir kaç saatliğine de olsa, kendilerinden daha büyük varlığa ve amaca bağlanma hissini tadıyorlar.

Kitap[All Things Shining: Reading the Western Classics to Find Meaning in a Secular Age], bu gibi örnekleri inceleyerek ve yenilerini önererek “anlamsız hayatlara nasıl anlam katarız” sorusuna cevap arıyor.[vurgular bana ait-Seyyah]


[Mustafa Akyol-Star Gazetesi-3 Ocak 2010]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder