8 Şubat 2011

Sinema: Ölümcül Tuzak


Geçtiğimiz yılın en iyi film Oscar’ını alan Ölümcül Tuzak, Irak’taki Amerikan askerlerinin psikolojisi üzerine yapılmış bir film. Hollywood aynen Vietnam filmlerinin pek çoğunda olduğu gibi son 4-5 yıldır Irak üzerine filmler yapıyor. Bunların pek çoğu Amerika’yı haklı çıkarmaya yönelik ısmarlama filmler gibi duruyor.

Body of Lies(2008), In the Walley of Elah (2007) ve The Hurt Locker (2008) Irak Savaşı nedeniyle kendi kamuoyu önünde ve dünyada itibar kaybeden Amerika’nın bir nevi kendini aklama çabası adına yakın zamanda peş peşe çekilmiş sansasyonel filmler. Daha pek çok film vardır muhtemelen ancak ben bu üçünü izledim şu ana kadar. Amerika bu filmler ile sanki hatalarını kabul edermiş gibi yapıp, bir yandan da ‘Ama bakın Irak’taki ortama, burası adamı ne hale getiriyor diyorlar. Birçok askerimiz psikolojik sorunlar yaşadılar ve yanlış işler de yaptılar ama böyle bir ortamda maalesef bunlara katlanacağız biraz’ diyorlar aynı daha önce pek çok kez Vietnam hakkında yaptıkları gibi. Vietnam’dan çıkamamışlar ama muazzam medya, sinema ve ekonomi güçleriyle tüm dünyaya kendilerini haklı gösteren taraf olmuşlardı. Vietnamlılar barbar, acımasız, cani insanlardı. Envai çeşit işkenceler yapıyor, Amerikan askerlerini katlediyorlardı. Iraklı intihar bombacıları da aynı onlar gibi. O kadar merhametsizler ki bir çocuğu öldürüp, karnına bomba dikiyorlar. Oysa bomba imha ekibindeki kahraman Amerikan askeri o kadar merhametli ki cesedi patlatmaya kıyamıyor ve hayatını riske atarak bombayı çıkarıyor!

The Deer Hunter (1978), Full Metal Jacket (1987) ve Apocalypse Now (1979) gibi filmler de zamanında savaşı eleştirip ‘bizim ne işimiz var burada?’ teması ile savaşın insanı ne hale soktuğunu gösteren filmlerdi. Ne yazık ki o filmlerde de ‘tamam ama…’ diye başlayan cümleler işliyordu Hollywood yüz milyonlarca insanın bilinçaltına. Ve bir sürü Oscarlar, altın küreler verdiler o filmlere.

2010 yılı en iyi film ve en iyi yönetmen dâhil 6 Oscar alan Ölümcül Tuzak da aynı onlar gibi. Film şu sözle açılıyor: “Savaşma arzusu güçlü ve ölümcül bir hastalıktır. Savaş bir uyuşturucudur.” Şu sözler de en iyi yönetmen ödülünü alan filmin yapımcısı ve yönetmeni Kathryn Bigelow’a ait:

"Savaşların en kirli sırrı, bazı erkeklerin savaş yapmayı çok sevmesi ve dünyayı kendi hırsları için bilinçli olarak kızıştırmasıdır. Ölümcül Tuzak'ta bu hassas meseleyi kurcalayıp deşifre etmeye çalıştım. 21'inci yüzyılın savaşlarında artık eski zamanlardakine benzer kahramanlar da kahramanlıklar da çıkmıyor. Çünkü zaten bu çatışmaların doğuş gerekçeleri son derece kirli; ulusal onuru korumaya değil bütünüyle dünyevî çıkarlar elde etmeye yönelik... Üstelik çağdaş savaşların herhangi bir kazananı da olmuyor. O hâlde, niye dünyanın dört bir tarafına gencecik çocukları ölmek ve öldürmek için gönderip duruyoruz? Bir kadın olarak, elimde bu gibi konulardaki görüşlerimi beyan edebilmek, tepkilerimi bütün dünyayla paylaşabilmek adına sinema yapmaktan başka araç yok. Ben de şiddetin sorumlularına öfkemi haykırabilmek için elimdeki o tek aracı inatla kullanmaya devam edeceğim."

Yönetmen bunları diyor ama o da hep kendi tarafından bakıyor. Hollywood nedense Vietnam’da deliren, Irak’ta birbirlerini öldüren askerlerin dramını işliyor ama maalesef hiç, bacağı kopan bir Iraklının penceresine ya da sakat doğan Vietnamlı bir çocuğun yaşamı üzerine odaklanmıyor. Dünyayı kendi hırsları için kızıştıran erkeklere kızarken bomba imha ekibinin erkekçe cesaretini kahramanlaştırmaktan uzak durmuyor. Niye dünyanın dört bir tarafına gencecik çocukları ölmek ve öldürmek için gönderip duruyoruz diye sorarken; karşı tarafı cani intihar saldırı düzenleyici katiller olarak göstermekten kaçınmıyor. Bigelow’un filminde şöyle bir izlenime kapılıyoruz: Onlarca yıldır radikal İslami teröristler Irak’ta hunharca katliamlar yapıyormuş adeta ve Amerika masum Iraklıları kurtarmaya gitmiş. Zavallı Amerikan askerleri, ne çetin koşullarda ne büyük fedakârlıklarla onları kurtarmaya çabalıyor. Bomba imha timleri eve dönmek için gün sayıyorlar, ama dönünce vicdanları rahat etmiyor zira her gün bombalar patlamaya devam ediyor ve daha çok bomba imha ekibi lazım hemen savaşa geri dönüyorlar. Üstelik çoluğu çocuğu geride bırakıp her gün ölüme meydan okuyarak yaşamaya katlanıyorlar.

Dayanamıyorum ve yuh artık diyesim geliyor. Sanki o askerler zorunlu askerlik görevlerini yapıyorlar ya da vatanlarını milletlerini korumak, kurtarmak için oradalar. Aslında hepsi paralı asker. Orada olmalarının sebebi, Cem Yılmaz’ın artık Türkçemize kazandırdığı deyimle söylersek tamamen duygusal. Elbette Amerikan düşmanlarını temizleme misyonu pompalanıyor bilinç altlarına 11 Eylül’den beri (hatta daha önceden de). Üstelik olaya “Tanrı beni ilahi bir misyonla görevlendirdi. Bu bir din savaşıdır. Geniş ve uzun vadeli Haçlı Savaşı başlamıştır. Ya benimlesiniz ya da karşımda.” şeklinde bakan bir başkanları da vardı. Yani ölürsem şehit olurum diyenler de vardır belki, haksızlık etmeyelim.

Neyse biz devam edelim. Benim en büyük eleştirim şudur: Bu filmde de diğer yönetmenler gibi Bigelow da “Burada olan bütün faciaların temel sebebi yine biziz. Buralar bizim yüzümüzden bu hale geldi. Ne olacak buradaki insanlara? Bunun hesabını kim verecek.” diyemiyor. Ancak “Savaş uyuşturucudur. Askerlerimizi uyuşturuyor, psikolojilerini, hayatlarını mahvediyor.” diyebiliyor.

Ben de hala Güney Amerika’dan Orta Doğu’ya, Afganistan’dan Afrika’ya hemen hemen bütün sorunların kaynağı olan politikaları kendi siyasetçilerinin üretmiş olduğunun farkına varamayan Amerikalılara ve Avrupalılara hayret ediyorum. Saddam’ın, bin Ladin’in, Hüsnü Mübarek’in, Zeynel Abidin bin Ali’nin ve diğerlerinin kendiliğinden ortaya çıktığını sanıyorlar zavallılar.

Şöyle bir düşününce tüm Afrika’nın açlığı, sefilliği, geri kalmışlığı; Güney Amerika’nın onlarca yıldır ekonomik ve siyasi istikrara ulaşamaması, hala darbelerle uğraşması; Arap dünyasının baskıcı rejimler altında inim inim inlemesi; Afganistan’ın, Pakistan’ın, Irak’ın, Somali’nin bugünkü durumu kimin suçu acaba? Hala ülkemizde sıkıntısını çektiğimiz vesayet rejimi, 27 Mayıslar, 12 Eylüller kimin işi sizce?

Oscar konuşmasında “Bu ödülü Irak, Afganistan ve dünyanın değişik ülkelerinde bulunan Amerikan askerlerini, hatta itfayeciler de dâhil bütün üniformalılara adıyorum.” diyen Bigelow sanki kafasını kuma gömüyor ve filmde ne anlatmaya çalıştığını kendi de bilmiyor gibi geldi bana.



Not: Tüm bu filmlerin aksine, ABD’nin bu politikalarını gerçekten eleştirebilen bazı filmler de var elbette. Gerçi ben şu ana kadar bir kez karşılaştım böyle bir filmle. 2005 yapımı Syriana meselenin bamteline dokunmayı başarıyor. Ama tabii ki Syriana filmi büyük ödüllerden eli boş döndü.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder