15 Şubat 2011

Okudukça: İkiilebir


Reha Çamuroğlu’nun İkiilebir adlı romanı tasavvuf ve inanç üzerine bir kitap. Aynı zamanda Ak Parti milletvekili olan yazar Alevi kimliği ile de tanınıyor. Ben de yabancı olduğum Alevilik hakkında biraz bilgim olsun, bir de karşı tarafın penceresinden bakayım diye daha önce yazarın İsmail’ini okumuştum. Üslubu hoşuma gitti ve Türkiye Yazarlar Birliği 2001 en iyi roman ödülüne sahip İkiilebir’i rafta görünce almadan edemedim. Lakin kitap hayatımda önemli değişimlerin yaşandığı zor bir döneme denk geldi ve 151 sayfalık kitabı iki ayda ancak bitirebildim.

Romanın enteresan bir kurgusu var. Nevzat Köroğlu isimli Marksist ideolojiye sahip bir yazarın yaşadığı inanç krizi ile inanmayı ve tasavvufu araştırıp sorguladığı bir bölümle başlıyor kitap. Derken yüzyıllar öncesine ruhani bir yolculuk yapıp Moğollar arasında irşad faaliyetleri yürüten bir Alevî şeyhi olan Barak Baba ile ruhsal bir dostluk kuran Nevzat Köroğlu’nun gözlemleri üzerinden tasavvufi bir anlatım yer alıyor. Bu bölümlerde Allah’ın sıfatları ve insanın onu ne kadar taşıyabildiği, yansıtabildiği tartışılıyor. Tartışmayı yapan kişiler Barak Baba ve onu koruyan Moğol birliğinin komutanı Börü. Börü’nün şahsiyetinde Moğolların İslamiyet’e nasıl ısındığı, yüzyıllar boyunca niye büyük katliamlar yaptıkları ilginç metaforlarla anlatılıyor. Nevzat onları yıllar boyu takip ediyor ve en sonunda onunla konuşmayı başarıyor. Kendi yaşadığı inanç krizi hakkında da Barak Baba ile çeşitli mütaalalarda bulunuyor.

Moğolların istilalarına değişik bir açıdan bakmayı sağlıyor kitapta Çamuroğlu. Doğruluğu tartışılır ama Börü’nün ağzından ilginç Moğol gelenekleriyle tanışıyoruz. Mesela bir grup genç bir şekilde sahibine yakalanmadan birinin atlarını çalabilirse artık o atlar onun kabul edilirmiş. Daha sonra sahibinin yanında caka satmak ayrı bir yiğitlik olarak görülürmüş. Hatta çalınan atlar Han’ın atları olsa bile.

Yine Moğolların ilginç bir özgürlük telakkileri var kitaba göre. Özgürlük ve mutluluk sonsuz çayırlarda at koşturmak demekmiş onlara göre. O yüzden yerleşik hayatı bir tutsaklık kabul ediyorlarmış. Şehirleri yakmaları, yıkmalarının sebebi buymuş. Bağdat Kütüphanesi’ndeki binlerce yazma eseri yakarken içlerinde bin yıldır hapis kalan ruhları özgürlüğe kavuşturduklarına inanıyorlarmış.

İkiilebir ilginç ve hoş bir kitap. Ama ben yeterince hakkını veremediğimi düşünüyorum. İleride bir kez daha okursam daha çok istifade ederim gibi geliyor. Çünkü yukarıda söylediğim gibi biraz gümbürtüye geldi ne yazık ki.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder