Filmde ömrünü kitap, gazete ve saat başta olmak üzere pek çok değişik nesneyi biriktirerek geçiren yaşlı bir adamın öyküsü anlatılıyor. Mithat Beyin koleksiyonları artık eve sığmaz hale gelmiştir. Bununla birlikte apartman sakinleri bir müteahhitle anlaşıp apartmanı yıkma kararı almıştır. Ancak Mithat Bey bu karara imza atmayacak ve zaten kendisini sevmeyen komşuların taşınmasıyla binada yalnız kalacaktır. O, koleksiyon tutkusu ile her gün biriktirdiği nesneleri toplamaya devam eder. Bir yandan hastalıklarla uğraşırken bir yandan da onu anlamayan insanlarla mücadele eder. En büyük tutkusu, Reşat Ekrem Koçu’ya ait İstanbul Ansiklopedisi’nin kayıp olan son cildini bulmaktır.
Mithat Bey karakteri gerçekten müthiş bir karakter. Yönetmenin babası rolünü çok gerçekçi bir şekilde oynuyor. Tutkuları takıntı halini almış huysuz ve inatçı bir ihtiyar. Geçip giden ve bitmek üzere olan bir ömrün her ayrıntısını arşivlemek istiyor. Mesela lokantada yediği ekmeğin üstündeki fişten, hastanede kendisine vurulan iğnenin şırıngasına kadar he şey var bu arşivde.
İnatçı ve huysuz aynı zamanda yalnız ve mutsuz bir adam Mithat Bey. Kaçak içki koleksiyonu ve arşivlediği gazete ve dergilerden inançlı biri olmadığını anlıyoruz. Mutsuzluğunun ve yalnızlığının sebeplerinden biri de bu belki de. Lokanta sahibesiyle aralarında geçen şu diyalog çok ilginçti:
-Kader işte.Bu replik bana Bediüzzaman’ın “Kadere iman eden, kederden emin olur.” Sözünü hatırlattı. Bu söz herkesin aklına ilk geldiği gibi kadere körü körüne teslimiyeti değil, olaylar olup bittikten ve yapacak bir şey kalmadıktan sonra başa gelen hadiselerdeki hikmetleri düşünmeye çalışıp tefekkür ve tevekkülle olaylara bakmayı anlatıyor. Madem Allah hiçbir surette abes iş yapmaz, o zaman vardır bir hikmet diyorsunuz. Hangi günahım buna sebep oldu diye düşünüp aynı zamanda musibet karşısında isyan etmeden sabır gösteriyor, bunun sonucunda zahmetin rahmete çevrildiğini görüyor ve oyuncunun deyimiyle “hakkaten” rahatlıyorsunuz. Hüzün ve keder yerini huzura bırakıyor. Bu benim kendi yaşantımda da tecrübe ettiğim bir olgu. Bu düsturun böyle bir filmde karşıma çıkması da hoş oldu doğrusu.
-Ama ben kadere inanmam, hiç.
-Öyle demeyin Mithat Bey, kadere inanmak insanı hakkaten rahatlatıyor. Beni çok kurtarmıştır.
Filmin ilginç noktalarından birisi de saf ve iyi kalpli olarak düşündüğümüz kapıcının Mithat Bey gibi bizi de kandırmayı başarmış olmasıdır. Kendisine güvendiği kapıcı ona ihanet ediyor ve en sonunda da inanmadığı kaderine terk ediyor Mithat Beyi.
Filmin benim açımdan bir diğer sürprizi de bazı sahnelerin Boğaziçi’nin en sevdiğim yeri olan kütüphanede geçmesi oldu. Çok sık dolaştığınız yerleri filmde görmek insanın hoşuna gidiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder